Yanlışlıkla Keşfedilen Tarihi Hazineler

Çin, Yunanistan, Fransa, Türkiye ve İspanya topraklarında bulunan büyüleyici eserler.

Terra Cotta Ordusu'ndan (Toprak Askerler) Ölü Deniz Yazmaları'na kadar birbirinden paha biçilmez birçok tarihi kalıntının ortaya çıkarılmasına yol açan kazayla yapılmış keşiflerin ardındaki hikayelere göz atalım. Aşağıda Çin, Yunanistan, Fransa, Türkiye ve İspanya topraklarını ziyaret edeceğiz ve keşfedilmiş bazı en büyük hazinelere göz atacağız.

Lascaux Mağarası

Lascaux mağarası.
Lascaux mağarası. (Fotoğraf: Lionel Bonaventure/AFP/)

Dört Fransız genç Eylül 1940'ta köpeklerini Montignac yakınlarındaki ormanda dolaştırırken köpekler yerdeki gizemli bir çukurun etrafını koklamaya başladı. Taş kuyudan aşağı inen çocuklar karşılarında duvarları 2.000 kadar eski resim ve gravürle süslenmiş geniş bir yeraltı mağarası buldu. Şaşıran gençler önce mağarayı gizli tutmak istedi ancak daha sonra konuyu okul öğretmenlerine açtılar ve o da bir mağara uzmanı ile iletişime geçerek özgünlüğünü doğrulattı.

Lascaux mağarasındaki enfes hayvan çizimleri ve soyut semboller koleksiyonu çok geçmeden Avrupa'ya yayıldı ve "Tarih Öncesi Sanatın Sistine Şapeli" adıyla tanındı. Mağarada araştırma yapan tarihçiler resimlerinin yaşını 15.000-17.000 yıl olarak belirledi ve birçoğu bugün hala mağaranın Üst Paleolitik (Eski Taş Devri'nin son devri) dönem halkları arasında dini ve avcılık ayinlerinin yeri olduğuna inanıyor.

Toprak Askerler

Terra Cotta Ordusu.
Terra Cotta Ordusu. (Fotoğraf: Zhang Peng/LightRocket)

1974'te bir grup Çinli çiftçi bir ömre bedel bir keşfe yol açtı ve Çin Hanedanlığı'nın ilk imparatorunun mezarını buldu. Yedi kişilik ekip Xian şehri yakınlarında kuyu kazarken küreklerinden biri gömülü bir heykelin başına çarptı. Çiftçiler önce bronz bir büst veya eski bir Buda heykeli keşfettiklerini düşündüler ancak arkeologlar daha fazla kazı yaptıklarında bunun MÖ 3. yüzyıl imparatoru Qin Shi Huang'ı öbür dünyada koruması için hazırlanmış 8.000 kadar toprak asker, at ve at arabası olduğunu buldular. Mezar ve içindeki son derece ayrıntılı askerler—her birinin kendine özgü yüzü vardır—şimdi tüm Çin'deki en önemli arkeolojik hazinelerden biri olarak kabul ediliyor.

Milo Venüsü

Venus de Milo.
Venus de Milo. (Fotoğraf: DEA/G. Dagli Orti/De Agostini/)

Venus de Milo veya Milo Venüsü uzun yüzyıllar Yunanistan'ın Melos adasında gömülü kaldı ve ortaya çıkarıldıktan sonra dünyanın en sevilen heykellerinden biri haline geldi. Kolsuz heykel 1820'de Yorgos Kentrotas adlı köylü tarafından antik kalıntı yığınından mermer yapı taşı çıkarmaya çalışırken yanlışlıkla kurtarıldı. Heykelin üst yarısını keşfeden köylünün buluntusu yakınlarda antika kazmakta olan Fransız deniz subayı Olivier Voutier'in dikkatini hemen çekti.

Kentrotas'a yardım etmesi için rüşvet veren Voutier Venüs'ün bol dökümlü bacaklarının bulunduğu alt yarıyı ortaya çıkardı. Daha sonra Fransız büyükelçisini heykeli satın almaya ikna etti ve 1821 18. Kral Louis'e sunuldu. Ardından Louvre'a bağışlandı. Sanat tarihçileri o zamandan beri Venüs heykelinin aslında Yunan tanrıçası Afrodit olduğunu düşünüyorlar ancak bir zamanlar kayıp kollarında ne tutmuş olabileceği hiçbir zaman netleşmedi.

Derinkuyu Yeraltı Şehri

Derinkuyu
Derinkuyu. (Fotoğraf: Ralucaphotography/)

Türkiye'nin Kapadokya bölgesindeki kayalık arazi bir zamanlar eski sakinleri tarafından volkanik külden elle oyulmuş düzinelerce yeraltı şehrine ev sahipliği yapıyor. Bu yeraltı metropolünün en ayrıntılı olanlarından biri yaklaşık 20.000 kişiyi barındıracak kadar alana sahip 18 katlı Derinkuyu'dur. Şaşırtıcı bir şekilde alan ancak 1963'te yerel bir adam evini yenilerken duvarı yıkınca ve geniş bir taş tünel ve oda ağına giden geçiti ortaya çıkarınca keşfedildi. Uzmanlar hala Derinkuyu'yu kimin ne zaman inşa ettiğinden emin değil ancak kazılar, bir zamanlar sakinlerini tehlikeden korumak için kendi toplantı salonlarının, dükkanların, tatlı su kuyularının, ahırların ve hatta ağır taş kapıların olduğunu gösterdi.

Rosetta Taşı

İspanya'da sergilenen Rosetta Taşı'nın kopyası.
İspanya'da sergilenen Rosetta Taşı'nın kopyası. (Fotoğraf: Juan Naharro Gimenez/)

Napolyon Bonapart, 18. yüzyılın sonlarında Mısır seferini başlattığında yanında tarihi kalıntıları toplamak ve ülkenin geçmişini incelemekle görevli özel bir bilim adamı birimi de getirdi. Bu sözde "Mısır Enstitüsü" en yararlı işini Pierre-Francois Bouchard liderliğindeki askerler Rosetta kasabası yakınlarındaki Fransız kalesini iyileştirmek için eski duvarları yıkarken yaptı. 1799'da o gün büyük bir bazalt levhaya rastladılar.

Enstitü Rosetta Taşı'nı hızla MÖ 2. yüzyıla tarihlendirdi. Taşın Yunanca, demotik ve hiyeroglif olmak üzere üç farklı dilde yazılmış eski bir kararname olduğu tespit edildi. Jean-Francois Champollion ve Thomas Young liderliğindeki dil uzmanları sonraki 20 yılı bu Yunan pasajlarını kullanarak binlerce yıldır tarihe karışmış eski Mısır hiyerogliflerinin kodunu kırmak için geçirdi. Glifler deşifre edilince uzmanlar eski Mısır dili ve edebiyatının ilk derinlemesine çalışmalarına başlamak için ihtiyaç duydukları araca sahip oldu.

Ölü Deniz Yazmaları

Ölü Deniz Yazmaları'ndan biri olan Isaiah Yazması'nın bir kısmı, İsrail Müzesi'ndeki Kitap Mabedi binasının kasasında görülüyor.
Ölü Deniz Yazmaları'ndan biri olan Isaiah Yazması'nın bir kısmı, İsrail Müzesi'ndeki Kitap Mabedi binasının kasasında görülüyor. (Fotoğraf: Lior Mizrahi/)

Ölü Deniz Yazmaları İncil'in bilinen en eski parçalarını içeriyor ve bir grup Arap gencine kalmasaydı asla bulunamayabilirdi. 1947'de bir grup genç Bedevi keçisi ve çobanı Filistin'in antik Eriha kenti yakınlarında sürülerini besliyordu. Kayıp bir keçiyi arayan çocuklardan biri yakındaki bir mağaraya bir taş attı ve içeriden toprak bir çanağın kırılmasına benzer bir ses geldi.

Derhal araştırmak için mağaraya çıktı ve içeride antik papirüs yazmaları olan birkaç kavanoz buldu. Küçük parşömen parçaları milyonlara satılacaktı ancak Bedeviler değerlerinin farkında değildi ve tüm parçayı bir Beytüllahim antika tüccarına 50 dolardan düşük fiyata sattılar. Bilim adamları metinlerin önemini doğruladı ve yakındaki mağaralardan birkaç bin başka papirüs parçasının kurtarılması ile sonuçlanacak çılgın bir seferberlik başlattılar. Birlikte ele alındığında, bu eserler artık 20. yüzyılın en önemli arkeolojik keşifleri arasında kabul ediliyor.

Uluburun Batığı

Uluburun'da bulunan geminin ahşap maketi.
Uluburun'da bulunan geminin ahşap maketi.

Sünger dalgıcı olan Mehmet Çakır 1982'de 15 metre uzunluğundaki batık bir geminin kalıntıları ile karşılaştığında Türkiye'nin Uluburun açıklarında Akdeniz'de yüzüyordu. Antik enkaz denizin dibinde o kadar uzun süre durmuştu ki sedir gövdesinin çoğu yok olmuştu. Ancak Çakır burada birkaç seramik kavanozun yanı sıra yüzlerce cam, bakır ve kalay külçe gördü. Sualtı arkeologları Uluburun enkazını incelemek için 10 yıllarını harcadılar.

20.000'den fazla dalış yapıldı ve fil ve su aygırı dişlerinden takılara ve hatta Mısır Kraliçesi Nefertiti'nin adının yazılı olduğu bir bok böceğine kadar birçok Geç Bronz Çağı kalıntıları hazinesi bulundu. Yakacak odun parçasından elde edilen tarihleme ile geminin yaklaşık 3.300 yaşında olduğu doğrulandı ve şimdiye kadar keşfedilen en eski enkazlardan biriydi. Ancak tarihçiler hala geminin kökeninden emin değil. Taşıdığı bakır kargo Kıbrıs'a aitti ve Miken, Asur, Kenanlılar ve Antik Mısır'a ait değerli parçalar da bulundu. Arkeologlar geminin uluslararası bir mürettebat tarafından yönetilen bir ticaret gemisi olduğu sonucuna vardılar.