Bir adada mahsur kalmış insanlar

Adada mahsur kalmış deniz kazazedeleri

Kendinizle olmak mutluluk verici olabilir ancak isteminiz dışındaysa pek öyle değil. 17. yüzyıl İngiliz şairi John Donne "Hastalık en büyük ıstırapsa, hastalığın en büyük ıstırabı yalnızlıktır." demiştir. Zorlu topraklarda mahsur kalan ancak bir şekilde yaşamayı başararak öyküsünü insanlara anlatma şansı bulan inanılmaz insanların hikayelerini öğrenelim. Bir adada mahsur kalmış deniz kazazedeleri.

Alexander Selkirk

robinson crusoe
İskoç Robinson Crusoe kabul edilen Alexander Selkirk.

İskoç denizci Alexander Selkirk'ün macerası 1704'te bir grup İngiliz korsanla birlikte Şili kıyılarında bir adaya varmasıyla başladı. Adamlar bir önceki yılı Güney Amerika çevresinde İspanyol gemilerini taciz ederek geçirmişti ancak Juan Fernandez takımadalarına demir atmalarıyla Selkirk, geminin denize elverişliliğine dair kaptanla anlaşmazlığa düştü. Kurtlar tarafından yenmiş geminin başka bir yolculuğa daha çıkamayacağını düşünen Selkirk yalnız küçük bir silah, yiyecek, tütün ve romla yakında bir adada kalmayı seçti. Selkirk, en çok birkaç hafta içinde geçecek bir geminin kendisini alacağına inanıyordu ancak adada dört yıl dört ay bekledi.

Zamanını günleri ve ayları bir ağaca çentikleyerek, İncil okuyarak ve keçileri kovalayarak geçirdi. Bunu önce avlamak için yaparken sonraları zaman geçirmek için yaptı. Gözleri daima ufukta kurtulma işaretleri aradı ancak yalnız birkaç gemi görmüştü ve onlar da İspanyol bayrağına sahipti. Bir keresinde İspanyol denizciler ikmal için adaya bile inmişti ve bu yüzden ağaçta saklanmak zorunda kalmıştı. Selkirk nihayet Şubat 1709'da Kaptan Woodes Rogers'ın korsanlarının adaya demirlemesiyle kurtuldu. Bu dağınık saçlı ve sakallı kazazede önce nasıl konuşulduğunu hatırlamakta bile güçlük çekti ancak ülkesine döndüğünde 18. yüzyıl İngiltere'sinde küçük bir ünlü oldu. Alexander Selkirk'ün 1719'da Daniel Defoe'nun "Robinson Crusoe" romanının baş karakterine esin verdiğine inanılır.

Marguerite de la Rocque

Quebec kıyılarındaki bir adada iki yıl mahsur kalmış 16. yüzyılın Fransız soylusu Marguerite de la Rocque'un hayatı hakkında az şey bilinir. Çoğu kaynağa göre her şey 1542'de Kanada'da bir koloni kurmak için keşif gezisine çıkan akrabasına eşlik etmesiyle başladı. Felaket Atlantik Okyanusu'nu geçtikleri sırada yaşandı. Genç ve bekar Marguerite akrabasından habersiz gemiye gizlice sevgilisini almıştı. Ancak bir insanı gemi gibi sınırlı bir alanda saklamak kolay değildi ve dahası Marguerite hamile kalmıştı. Bu gizli dolap geminin dindar kaptanını öfkelendirdi ve Marguerite De La Rocque, sevgilisi ve de hizmetçisi yaşlı kadın Saint Lawrence Körfezi yakınındaki ıssız Demons Adası'na sürgün edildiler.

Üçlü dondurucu soğuktan korunmak için küçük bir kulübe inşa etti ve çevredeki ayıları ve kurtları misket tüfeği ve taşla uzak tuttu. De La Rocque'un hamileliğinin ilerlemesiyle sorunlar daha da ciddileşti. Neyse ki genç kazazede bebeğini doğururken yaşamda kalmayı başardı. Ancak adada yaklaşık 16 ay kaldıktan sonra hem sevgilisi hem de hizmetçisi öldü. Muhtemelen yetersiz sütten bebeği de kısa sürede öldü. Marguerite De La Rocque 1542'de bırakıldığı adada 1544'e dek tek başına yaşama tutundu. Sonunda bir grup balıkçı tarafından kurtarılıp Avrupa'ya getirildi. Fransa'ya döndüğünde küçük bir ün kazandı, okul müdiresi oldu ve Nontron'a yerleşti. Kaptan Roberval 1560'da öldü.

Fernao Lopes

St. Helena en çok Napolyon Bonapart'ın 1815'teki Waterloo Savaşı'ndaki yenilgisinden sonra sürgün edildiği yer olarak bilinir. Ancak Fransız imparatorunun adaya ayak basmasından 300 yıl önce güney Atlantik'teki bu uzak ada tarihin en sıra dışı kazalarından birine ev sahipliği yapmıştı. Fernao Lopes, Hindistan'daki bir çatışma sırasında anavatanına sırtını dönmüş ve Müslüman yerlilerin yanında yer almış Portekizli bir askerdi. Eski silah arkadaşları onu yakaladığında sağ elini, kulaklarını ve burnunu keserek ceza verdiler. Deforme olmuş ve gözden düşmüş Lopes, 1516'da Portekiz'e giden bir gemiye bindi. Gemi ıssız St. Helena adasında durduğunda sıvışıp ormana saklandı.

Lopes sonraki birkaç yıl boyunca adada kendi isteğiyle sürgün yaşamına başlamıştı. Evcil hayvana dönüştürdüğü bir horoz dışında tamamen yalnızdı. Kendisini keşfeden ziyaretçilere görünmemek için saklanırdı. Portekizli denizciler arasında bir söylenceye dönüşerek "St. Helena Hermiti" adını aldı ve ne zaman bir gemi adasına demirlese yiyecek ve giyecek bırakırdı. Lopes'in ünü büyüyünce sonunda Avrupa'ya dönmeye ikna edildi ve burada hem Portekiz Kralı hem de Papa tarafından affedildi. Benliği kendisinden alınmış bu kazazedeye manastırda yer verildi ancak o St. Helena adasına dönmeyi seçti ve 1545'te ölene dek orada yalnız yaşamaya devam etti. O noktaya dek Fernao Lopes adada yaklaşık 30 yıl geçirdi, neredeyse tamamen yalnızlık içinde.

Philip Ashton

Philip Ashton ormana doğru korsanlardan kaçarken.

Haziran 1722'de Masaçusetsli balıkçı Philip Ashton yelkenlisiyle Yeni İskoçya yakınlarında av peşindeyken ünlü korsan Edward Low ile karşılaştı. Ashton korsanlara katılmaya zorlandı ancak reddetti ve köle olarak gemiye alınıp 9 ay çalıştırıldı. Korsanlar bu süreçte Atlantik'i, Brezilya'yı ve Orta Amerika kıyılarını yağmaladılar. Balıkçı adam nihayet Mart 1723'te korsanlar Honduras kıyılarında küçük bir adada tatlı su molası vermişken ormana koşarak onlardan kaçtı.

Ashton adada hiçbir yiyecek veya alet olmadan mahsur durumdaydı. Önce kendisine kaba bir barınak yaptı ve sonra açlığını bastırmak için meyve ve çiğ kaplumbağa yumurtası yedi. Kasım 1723'e dek adada yalnız yaşamayı başardı. O tarihte İspanyollardan kaçmış bir İngiliz adamla karşılaştı. Kendi gibi kazazede olan arkadaşı birkaç gün sonra ortadan kayboldu ancak geride Ashton'ın yaşamda kalmasına yardım edecek bıçak ve malzemeler bırakmıştı. Haziran 1724'e dek adada bir 7 ay daha geçirdi. Bu süreçte aşırı sıcağa, böceklere, yılanlara, açlığa, neredeyse ölümcül bir ateşe ve hatta İspanyolların saldırısına maruz kaldı. Sonunda bir İngiliz gemisi tarafından kurtarıldı. Philip Ashton adada mahsur kaldığı zamanı kaleme aldı ve kitabı popüler oldu. Kitapta korsan Edward Low'un gemisindeki günlerini ve adada yaşama tutunduğu 16 ayını anlattı.

Juana Maria

"San Nicolas Adası'nın Yalnız Kadını" olarak bilinen Juana Maria yaklaşık 20 yılını Kaliforniya kıyılarındaki adada mahsur geçirmiş Kızılderili bir kadındır. Juana Maria San Nicholas Adası'nda büyümüştü ancak kabilesinin çoğu 1800'lerde düşman avcılara kurban gitmişti. Misyonerler hayatta kalan birkaç kişiyi tahliye etti ancak Juana Maria kayıp bebeğini bulmak için adaya dönmek isteyince geride kaldı. Çocuğunu asla bulamadı. Onu kurtarma girişimlerinin durmasıyla unutuldu ve San Nicholas'ta tamamen yalnız başına kaldı.

Juana Maria sonraki 18 yılını bir mağaraya sığınarak ve deniz kabuklarından yapılmış kancayla balık tutarak geçirdi. Deniz kuşları ve foklar yakalayıp tüylerini ve derilerini giysi haline getirdi. Sonra otlardan sepetler ve kaseler dokudu. Adadaki mahsur yaşamı nihayet 1853'te Kaptan George Nidever tarafından keşfedilmesiyle son buldu. Nidever, Juana Maria'yı Santa Barbara kentine getirdi. Hiç kimse dilini bilmiyordu ancak şaşırtıcı yaşamda kalma öyküsünü el hareketleriyle anlattı. Ne yazık ki yeni ülkedeki beslenme düzenine uyum sağlayamadı ve adadan ayrıldıktan yalnız iki ay sonra dizanteriden öldü. Onun öyküsü popüler çocuk romanı "Mavi Yunuslar Adası"na konu oldu.

Ross Denizi grubu

Ernest Shackleton'ın Antarktika'yı yürüyerek geçme konusundaki talihsiz girişimi klasikleşmiş bir yaşamda kalma öyküsüdür. Belki daha da olağanüstü olanıysa kıtanın diğer tarafında iki yılını kazazede olarak geçiren tedarik ekibi "Ross Denizi grubu"ydu. Shackleton iddialı Antarktika gezisi için iki ayrı ekip kurmuştu. Önce kendi gemisiyle Güney Amerika'nın altından Antarktika'ya inecekti. Sonra Ross Deniz ekibi ortaya çıkacak ve kıtanın karşı tarafına geçerek Shackleton'ın Ross Buz Sahanlığı'ndaki uzun yürüyüşünün son ayağı için yiyecek ve yakıt depoları bırakacaktı.

Ross Denizi ekibinin mürettebatı Ocak 1915'te McMurdo Sound kıyısına demirledi ve her 100 km'ye ikmal deposu yerleştirmek gibi ağır ve dayanılmaz bir göreve başladı. O Mayıs'ta ekibin gemisinin demiri koptu ve şiddetli rüzgarla denize savruldu. Dünyanın en ucunda sınırlı kaynakla bir başına kalan on kazazede yine de görevlerine devam etti. Gerekli erzak depolarını başarıyla yerleştirirken bu süreçte üç adam yaşamını yitirdi. Yaşamda kalanlar neredeyse bir yıllarını küçük bir kulübede geçirdiler. Ocak 1917'de kurtarıldıklarında ise tüm ölümcül çilelerinin boşuna olduğunu öğrendiler. Shackleton'ın ekibi de gemisini kaybetmişti ve kıtalararası yürüyüş hiç yapılmamıştı. Shackleton, Ross Denizi grubunun görevine bağlılığından bahsederken şöyle yazmıştır: "Bu uzun yürüyüşün hikayesinden daha dikkate değer bir insan çabası öyküsü ortaya çıkmadı."