Büyük Konstantin: Avrupa'yı Yaratan İmparator

Konstantin sadece Avrupa'nın geleceğini değiştirmedi. O olmasaydı bugün bildiğimiz düzende bir 'Avrupa' olmazdı.

Papa I. Sylvester ve İmparator Konstantin
Papa I. Sylvester ve İmparator Konstantin.

Büyük Konstantin ne başardı? I. Konstantin, sadece Hristiyanlığı kabul eden ilk Roma imparatoru değildi. Kendisini kesinlikle imparatorluğu birleştiren ve büyük ölçüde güçlendiren bir hükümdardı. İlk modern Avrupalı ​​olarak görülen bu adamın başarıları neydi? Tarihte sadece bir Roma imparatoruna 'Büyük' ​​unvanı verilmiştir ve o imparator Konstantin'dir.

Bugün Konstantin'i çoğunlukla Roma'nın Hristiyanlaşmasıyla ilişkilendirmiş durumdayız. Oysa o, ısrarlı bir şekilde pagan inancında kalsaydı dahi, Konstantin yine de bu unvanı hak ederdi. Tarihte çok az hükümdar bir kıtanın tamamının kaderi üstünde böylesine dramatik ve kalıcı bir etkiye sahip oldu. Konstantin, Roma'nın geleceği tehlikedeyken iktidarı elde etti. Önceki yönetimlerin çabaları, Roma'yı bugün Üçüncü Yüzyıl Krizi olarak bilinen korkunç bir hayatta kalma sürecinden çıkarmıştı. Ancak, en kötüsü geride bırakılmış olsa da, savaş kazanılmış değildi. O nedenle, Geç Antik Çağ olarak bilinen yeni dünya düzenini bir sisteme oturtma işi Konstantin'e düşmüştü.

Konstantin'in cesaret gerektiren davranışları günümüz tarihçiler tarafından kapsamlı bir şekilde belgelenmiş olsa da, karakter olarak kendisi bir gizem olarak kalıyor. Konstantin'in biyografilerini yazan kişilerin çok az tarafsız kalabiliyor. Örneğin ilk dönem Hristiyan yazarlar Konstantin'i bilge ve yardımsever olarak anlatıyordu. Oysa Konstantin'in acımasız bir iktidar yarışında müttefiklerini ve ailesini katledecek kadar gaddar, arkadan saldırabilecek kadar siyasi fırsatçı olarak tasvir edildiği erken modern çağda buna yönelik bir tepki vardı. Öyle ki bu tarihçiler, Konstantin'in Hıristiyanlığı kabul etmesinde alaycı bir siyasi manevra fark edeceklerdi Hem çok geç kabul ettiği ve hem de hiçbir zaman tam olarak anlayamadığı için…

Büyük Konstantin Kimdi?

Konstantin
Büyük Konstantin.

Konstantin MS 272'de günümüz Sırbistan'ında, Roma'nın Yukarı Moesia (Mezya) eyaletinde doğdu. Başarılı bir yönetici ve general olan babası I. Constantius, henüz 21 yaşındayken Diocletianus'un tetrarşisinde (dörtlü yönetim) Sezar oldu. Constantius bu yeni hanedan düzenlemesinin bir zorunluluğu olarak, Konstantin'in annesi Helena'yı geride bırakarak imparator Maximian'ın kızı Theodora ile evlenmek zorundaydı.

MS 305'te Constantius, Galerius adında bir adamla ortak imparator oldu. Konstantin daha önce Galerius'un yetenekli bir astıydı, fakat şimdi babasının kaderi adına rehin konumuna getirilmişti ve Galerius'un sarayında misafir ediliyordu. Konstantin İngiltere seferi sırasında Constantius'a katılmak için izin istedikten sonra babasının yanına kaçmayı başardı. Constantius MS 306'da modern İngiltere'nin York şehri Eboracum'da öldüğünde de oğlu yanındaydı.

Konstantin'in birlikleri kendisini vakit kaybetmeden Sezar ilan etti. Ancak bu durum genel olarak meritokrasi temelli olan Tetrarşi sistemine zarar veriyordu. Konstantin, Galya'daki Frenk işgaline son vererek ordusunun gözündeki konumunu meşrulaştırmayı kolaylaştırdı. Frenk komutanlar yakalandı ve eşi görülmemiş infaz yöntemleriyle iki kral arenadaki vahşi hayvanların önüne atıldı.

Konstantin'in Sezar unvanını ele geçirmesi, eski imparator Maximian'ın oğlu Maxentius için tetrarşi yönetiminde koltuk bırakmadı. En sonunda Maximian geri çekilmekten vazgeçti ve Konstantin'in ordusunun kontrolünü ele geçirmeye çalıştı. Darbe girişimi başarısız olduğu için Maximian intihar etti.

Tetrarşi Nedir ve Nasıl Çalışır?

MS 293'te imparator Diocletian, imparatorluk tahtına giden bir siyasi yol haritası yaratarak imparatorluğun sürekli hanedanlar arası mücadelelerine son vermeyi istedi. Bu sistemde imparatorluğun doğu ve batı topraklarını komuta eden iki kıdemli imparator – Augustus – olacaktı. Her Augustus'un Sezar adında bir yedeği ya da yardımcısı vardı ve o öldüğünde veya emekli olduğunda Sezar onun yerini alacaktı. Dolayısıyla Konstantin'in tetrarşik sistemdeki belirlenen unvanın üzerinde hiçbir hakkı olamazdı. Fakat Konstantin'in kendisini imparator ilan eden birlikleri sayesinde, bu sistem henüz çok genç bir döneminde çoktan hasar almıştı.

MS 311'de Konstantin batı bölümünü yönetirken ve Licinius adlı yeni bir imparator doğudan sorumluydu. Bu sırada Maxentius da İtalya'nın kontrolünü ele geçirmişti. Askeri danışmanları – ve belki kahinleri – Maxentius'un çok güçlü bir şekilde konumlandığını ve yerleştiğini düşünürken, Konstantin zaman kaybetmeden ona karşı ilerledi. Maxentius daha büyük bir kuvvetle Roma'dan ayrıldı. Burada Konstantin'i Milvian köprüsünde karşılayacaktı.

Konstantin'in ordusu bu savaşta ilk kez, üst üste bindirilmiş Yunanca X (chi) ve P (rho) harfleriyle yazılmış bir sancak olan Labarum'u taşıyordu. Bu harfler hep birlikte 'Mesih / Chr[ist]' olarak okunuyordu. Daha sonra ortaya çıkan metinlere göre, Konstantin'e rüyasında görünen Kurtarıcı, bu sancağı yapmasını ve chi-rho amblemini askerlerinin kalkanlarına yazmasını söyledi. Maxentius'a karşı ya bu ilahi müdahale ya da kendisinin kötü yönetimi Konstantin'e kolay bir zafer kazandırdı.

Tüm bunlara karşın, Roma'daki Kolezyum (Colosseum)'un yakınında duran ve Konstantin'in zaferini temsil eden anıt kemerde, Hristiyan sembollerinin olmaması nankörlük olarak ifade ediliyor. Bununla birlikte, bu kemer ağırlıklı bir şekilde pagan inançlı bir senato tarafından yaptırılmıştı ve yapımında Hadrian ve Trajan döneminden kalan malzemeler kullanıldı.

Konstantin ve Hristiyanlık

I. Konstantin tarafından doğduğu kasaba Naissus yakınında inşa edilen lüks Mediana sarayının kalıntıları
I. Konstantin tarafından doğduğu kasaba Naissus yakınında inşa edilen lüks Mediana sarayının kalıntıları. Görsel: Wikimedia, CC BY-SA 4.0.

Batıda üstün olan Konstantin, kötü hayaller barındıran dikkatini doğudaki eş imparatora yöneltti. İki imparator daha önce birbirlerine karşı saygılı bir şekilde işbirliği içindeydi. Licinius, Konstantin'in üvey kız kardeşi Constantia ile evlenmişti ve ikili, MS 313'te Milano'da bir toplantıda aralarındaki farklılıkları masaya yatırdı. Bu toplantı Milano Fermanı ile sonlanmıştı. Bu ferman, aslında böyle bir etkisi olmamasına rağmen imparatorluğu Hristiyanlaştırılan "ferman" olarak yanlış şekilde anlatılır. Neredeyse resmi bir açıklama bile sayılmasa da, erken dönemin tarihçi yazarlarından Lactantius'un söylediği gibi, fermandaki "herkese dilediği gibi ibadet etme özgürlüğü ve hiçbir şey herhangi bir dinin onuruna zarar veremez" tarzında karşılıklı bir anlaşma olabilir.

Bununla birlikte, Konstantin artık Hristiyanlığın bir destekçisiydi (daha önce Roma güneş tanrısı olan Sol'a tapıyordu). İki imparator arasındaki ilişkiler hasar gördüğünde Licinius'un Hristiyanlara karşı ayrımcılık uyguladığı iddia edildi. Bu ya planlı bir provokasyondu ya da Konstantin'in MS 320'de başlayan iç savaştaki saldırganlığına meşru zemin oluşturmak için yayılan, büyük ihtimal sahte söylentiydi. Roma'nın iki tarafı bu savaşı, eski pagan değerlerin ile yükselen Hristiyanlık arasındaki bir mücadele olarak ele alıyordu.

Çoğu kez büyüklük olarak az olsa da, arka arkaya yapılan savaşlarda, Hristiyanlar kutsal labarum sancaklarını zafere ulaştırdılar. Licinius savaşı durdurarak, hayatının bağışlanması şartıyla teslim oldu. Konstantin isteğini kabul etse de, Licinius normal bir vatandaş olduktan sonra, kendisine darbe düzenleyeceğini iddia ederek Konstantin tarafından idam edildi. Konstantin bunu yaparken Licinius'un oğlundan da kurtulacaktı.

Konstantin artık imparatorluğu istediği gibi şekillendirmeye başlayabilirdi. Yapmak istediği çok şey vardı. Roma'nın sınır bölgelerinin her yeri tehdit altındaydı, yönetimde beraberlik yoktu ve elbette ekonomi alt üst durumdaydı. Şiddetli dini farklılıklar – genellikle derin sosyal kırılmaların başladığı yer – Roma toplumunu sarsıyordu. Konstantin, 'Büyük' ​​lakabını kazanmaya tam da bu noktada kazanmaya başlayacaktı.

Konstantin, Hristiyanların devlet dini olan paganlığa katılımını yasaklayarak başladı. Bu zaten Hristiyanların istediği bir şey değildi. Ancak yasak, Hristiyanların bu konudaki olası gerilimini azalttı. Aslında Konstantin sosyal uyum istiyordu. Bu da dolaylı olarak dini uyuma zorlanmak anlamına geliyordu. Özellikle doğudaki İznik kentinde bir piskoposlar konseyi (Birinci İznik Konsili) toplayarak, modern Hristiyan inancının birden fazla farklı türü arasında uygunluk oluşturmaya çalıştı. Orada Hristiyanlığın temel ilkeleri, bugün İznik İnanç Bildirisi olarak bilinen bir bildiriyle tamamen yıkılacaktı. Bu doktrin bugün Hristiyan ayinleri için temel alınmaya devam ediliyor.

İmparator olarak Konstantin, aynı anda hem Hristiyanlığın keskin bir destekçisi hem de devlet dini olan paganlığın en tepesi olmak gibi karışık bir konumdaydı. Bu güçlü konumunu kendine avantaj olarak kullandı; devlet dinine hizmet eden tüm tapınakların imparatorluk mülkü olduğu duyuruldu.

Tam bin yıldan fazla bir zaman, imparatorluk ekonomisinde dolaşacak olan altın ve gümüş, dindarlar tarafından yavaş yavaş adaklara dönüştürülmüş ve tapınakların içine kapatılmıştı. Bu esnada sikke açlığı yaşayan imparatorluk darphaneleri, değeri gitgide daha da azalan para biriminlerini basarak, aşırı enflasyona yol açmıştı.

Konstantin tapınaktaki imparatorluk hazinelerinin hepsini nakit paraya çevrilmek üzere teslim etmişti. Ana sikkeleri, yaklaşık 4.5 gram katı altından oluşan solidus'du. Bu sikke ayrıca 1⁄72 Roma pounduna eşit bir ağırlık birimi olarak da işlev kazanmıştı. Daha sonra para birimi librae, solidi ve denarii olarak ölçüldü. Bunlar daha sonra pound, şilin ve peni oldu (£.s.d.) ve bugün bile pound işareti karakterize bir "L" harfiyle tanımlanıyor. Askerlerin "Soldiers" olarak isimlendirilmesi de "'Queen's shilling' Kraliçe'nin şilini"ni (solidus reginae) kazandıklarından dolayıdır.

İmparatorluğun Organizasyonu

I. Konstantin'in İngiltere'nin York kentinde, 306 yılında Augustus ilan edildiği yerin yakınında bulunan modern bronz heykeli
I. Konstantin'in İngiltere'nin York kentinde, 306 yılında Augustus ilan edildiği yerin yakınında bulunan modern bronz heykeli. Görsel: Wikimedia, CC BY-SA 4.0.

Konstantin, gücüne ve en önemlisi yaşamına asıl tehlikenin kendi ordusundan geleceğinin yeterince farkındaydı. Geçen asırlardaki olaylara bakıldığında, imparatorların ölümlerinin çoğu doğal nedenlerden çok darbelerle gerçekleşiyordu. Aslında, son imparatorlardan sadece Constantius, Claudius Gothicus (veba) ve Diocletian doğal olarak ölmüşlerdi. Yatakta ölme olasılığını olabildiğince yükseltmek isteyen Konstantin birkaç değişiklik yaptı.

İlk olarak, eyalet valiliklerinin senatör olmayanlara verilmesi geleneğini değiştirdi. Bunun yerine sürece yeni bir yön verdi. Akıllı bir hamleyle bu maddeyi eyalet valilerinin senatörleri olarak değiştirdi. Bu sayede kabiliyetli astları yanında tutarken, kendisine sadık bir senato kazandı. Bununla beraber, Konstantin senatörleri askeri komutadan uzaklaştırdı. Çünkü bu aşırı hırslı kişiler için fazla cazip bir alandı.

Konstantin askeri alandaki yenilikleri, selefi Diocletian'ın reformları üzerinden gerçekleştirdi. Yeni ve daha farklı ekipmanlara sahip düşmanlarla savaşmak için daha esnek bir askeri tarz geliştirecekti. Lejyoner zırhı hem daha hafif hem de daha basit bir tasarıma ulaştı. Bunun iki nedeni vardı: Birincisi birçok müfrezenin artık lejyon üslerinden uzakta faaliyet göstermesiydi. Dolayısıyla bakım ve onarımları karmaşık olan ekipmanlara ihtiyaç olmamalıydı. İkincisi ise Konstantin'in oluşturduğu ordunun genellikle ağır süvarilere yönelmiş olmasıydı.

Eski Praetorian Muhafızları İtalya'da kendisine savaşmıştı, bu yüzden Konstantin bu birliği yok etti. Ordusu, kademeli olarak sınır bölgelerindeki askerler (limitanei) ve palatini adı verilen elit birliklerden oluşan bir comitatensis sahra ordusu olarak ayrılmaya başladı. Kendi komutası altına geleneksel tarzda savaşan daha fazla barbar birliğini bir araya getirdi.

Batıdaki başarılıyla sonuçlanan ilk seferleri sayesinde Konstantin doğuyu korumaya odaklanmaya başlayabildi. Dacia bölgesi, toprakları savunacak asker azlığı nedeniyle kaderine terk edilmişti. Fakat Konstantin bu kendiliğinden kaybedilen eyaleti işgalci Gotların elinden almakta kararlıydı.

Önce yakınlardaki Sarmat kabilesiyle ittifak gerçekleştirdi ve Gotlar ağır kayıplar vererek teslim oldu. Fakat Sarmatyalı müttefiklerine sırtını döndü ve onlara da teslim olmaları çağrısı yaptı. Dacia'nın tamamını geri alamamış olsa da, günümüzde bölgenin Romanya olarak adlandırılması ve ana dilinin yaygın bir Latince'ye dayanması bıraktığı etkinin bir kanıtı. Konstantin ayrıca Perslere karşı büyük bir saldırı planladı. Hastalığı ve ölümü bu saldırının gerçekleşmemesine yol açsa da, hazırlıkların bilgisi bile Perslerin kışkırtıcı olmamak için uğraşmasına neden oldu.

Büyük Konstantin Nasıl Hristiyan Oldu?

Birçok Roma imparatoru gibi, Konstantin'in günlük yaşantısından bir pembe dizi çıkabilirdi. Annesi kelimenin tam anlamıyla bir azizdi. Konstantinopolis'in Aziz Helena'sı, Kutsal Topraklar'a doğru bir hac yolculuğu başlattı ve topraklarda ilerledikçe kiliseler inşa etti. Yakın dönemin çağdaş kilise tarihçisi olan Socrates Scholasticus'a göre böyle bir kilise, Kutsal Kabir Kilisesi'nin bulunduğu yere inşa edilmiş ve İsa'nın çarmıha gerildiği Gerçek Haç'ın bulunmasına neden olmuştu. Helena MS 330'da öldü ve büyüleyici lahdi günümüzde Vatikan müzesinde.

Helena'nın ölümü, büyük olasılıkla torunu Crispus'un idamına karşı hissettiği üzüntü yüzünden hız kazanmıştı. Crispus, Konstantin'in ve ilk karısı ya da cariyesi olan, Minervina'nın oğluydu. Crispus ve sonraki üvey annesi Fausta arasındaki ilişki, her zaman korkunç spekülasyonların kaynağı olmuştur.

Crispus, Licinius'a karşı savaşta önemli bir ayrıcalıkla savaştı ve genel kanı olarak imparatorluğun varisi olarak kabul ediliyordu. Yine de MS 326'da Konstantin, tahta gelişinin 20. yıldönümünü kutlamak için Roma'ya giderken, Crispus açıklanmayan suçlamalarla birden tutuklandı ve zaman kaybetmeden idam edildi. Crispus'a ait tüm resmi kayıtları ortadan kaldırılmıştı.

Konstantin'in Bağışı

Ortaçağ Avrupa'sında Kilisenin akıl dışı gücünün nedenlerinden biri, Roma'nın ve Batı Avrupa'nın büyük bölümünün Papa'ya "ait" olmasıydı. Konstantin, Papa I. Sylvester tarafından cüzam tedavisi gördüğü için minnet duyarak Roma, İtalya ve tüm batı eyaletlerini papalığa verdi. İmparator bu cömertliğinin sonucunda, imparatorluğun diğer bölgelerindeki Papa mülklerini ve Konstantinopolis, İskenderiye, Kudüs ve Antakya'daki Kilise'nin diğer bölgeleri (piskoposlukları) üzerindeki egemenliği de verdi.

Bu 'bağışı' kayıt altına alan belgenin daha sonra net bir sahtekarlık olduğu anlaşıldı (tarihleri ​​bile doğru değildi), ancak o zamana kadar Roma piskoposları, daha sonraki Papaların asla vazgeçmediği bir öncelik edinmişti.

Aynı yıl, Konstantin'in karısı Fausta da idama gönderildi. Çift yasadışı bir süreç mi yaşamıştı? Yoksa ikisi birlikte darbe mi planladı? Her iki teori de her zaman düşünülmüştür. Fakat Fausta'nın oğulları ilerleyen yıllarda imparator olduklarında, annelerine yöneltilen resmi suçlamaları asla geri çekmeleri dikkate değerdir.

MS 324'te Konstantin, imparatorluk için yeni bir Hristiyan başkenti inşa etti. Önemli bir tartışmanın ardından, MÖ 650'de kurulmuş bir Yunan kolonisi olan halihazırda Bizans şehrini seçti. Roma'nın tersine Bizans, Tuna ve Suriye'deki askeri tehlike bölgelerinin yakınında yer aldığından stratejik olarak iyi bir konuma sahipti. Konstantin'in 'Yeni Roma'sı kibarda olsa gelişimini sürdürüyordu. Batı Roma'nın yıkılışından sonra, Bizans – ya da o dönem bilindiği ismiyle Konstantinopolis (günümüzde İstanbul) – sonraki bin yıl boyunca imparatorluk yönetiminin merkeziydi.

MS 337 baharında Konstantin artık ağır hastaydı. O zamana kadar vaftiz edilmesini ertelemişti. Çünkü ona göre Hristiyanlığın tek bir tarzında vaftiz edilmek diğerleri tarafından takip edilmesine son verebilirdi. Özellikle Konstantin'in çabalarına rağmen, kilise hala, özellikle Mesih'in doğası hakkında çelişkili kafa karıştırıcı düşüncelerle doluydu.

En sonunda Konstantin, Ariusçuluk yanlısı bir piskopos tarafından vaftiz edildi; yani, İsa'nın Baba'dan ayrı olduğuna ve tek bir Üçlü varlığın parçası olmadığına ve dolayısıyla her şeye gücü yeten gerçek tanrı olmadığına inanan kişi. Konstantin önce Ürdün Nehri'nde vaftiz edilmek istedi. Sonra durumu ağırlaşınca Konstantinopolis (İstanbul)'e dönmeye çabaladı. Fakat bu yolculukta öldü. 65 yaşındaydı. Oniki Havariler Kilisesi'nde özenle seçtiği yere defnedildi. Günümüzde İstanbul'un Haçlılar ve Osmanlı ordusu ​​tarafından harap edilmesi nedeniyle bu kilisenin yeri bulunamamıştır.

Konstantin sadece Avrupa'nın geleceğini değiştirmedi. O olmasaydı bugün bildiğimiz düzende bir 'Avrupa' olmazdı. Yüzyıllar süresince, Roma uygarlığı doğuda, düşman ordularının Boğaz'ı geçmesini engelleyen Konstantinopolis (İstanbul) tarafından korunmuştur. Daha sonraki yıllarda, Konstantinopolis ve yıkılmakta olan Bizans İmparatorluğu, Müslüman ordularını geride bırakarak Avrupa'nın nüfusunu ve ekonomik gücünü yavaş yavaş yeniden kazanmasına imkan sağladı. Konstantinopolis en sonunda yıkılıp ele geçirildiğinde, Osmanlı orduları daha batıya uzanarak Viyana'ya kadar ilerledi. Konstantinopolis 1453'e kadar bir güvenlik hattıydı. Elinde tutmamış olsaydı, doğudaki ordular. 1453'ten de çok zaman önce Avrupa'yı tamamen ele geçirebilirdi.

İkincisi, Milano Fermanı'na ve ardından Konstantin'in yıkılmaz hükümdarlığına kadar, Hristiyanlığın batıda bir yer edineceğinin garantisini kimse veremezdi. Örneğin, Hristiyanlık bir yere kadar Sasani Pers imparatorluğunda da aynı anamda güçlüydü. Ancak bu topraklarda hiçbir zaman bir azınlık dininden daha fazlası olamamıştı. Ancak batının siyasi ayrımlarından sonra Hristiyanlık, Avrupa'ya "Hristiyan dünyası" kimliğini kazandıran entelektüel ve ruhani kuvvet oldu. Ve bilinmelidir ki; 1683'te Osmanlı Müslümanlarını Viyana'dan geri püskürten de açıkça bir Hristiyan koalisyonuydu.